MOĞOLLAR
Ali Ak

MOĞOLLAR

Bafra'mızın yetiştirdiği değerli Araştırmacı-Yazarlardan Emekli Öğretmen Ali Ak,bugüne kadar Bafra Tarihi üzerine yaptığı tarihi araştırmalarını gelecek kuşakları bilgilendirmek için yazılarını Bafra Haber Gazetemizde ve gazetemizin internet sitesinde,ilk yazılarını yayınlamaya başladık.

Okuyucularımızın bu yazı dizisini ilgiyle ve merak,heyecanla takip edeceğini düşünüyoruz.  

MOĞOLLAR (KORKU İMPARATORLUĞU) DÖNEMİNDE  ANADOLU VE BAFRA

      Yıl 1220, Moğol istilası başlıyor. Moğollar saldırdıkları köy, kasaba ve şehirleri yakıyor, yıkıyor, insanlarını kılıçtan geçiriyor. Korku saçıyorlar Asya’ya.

      Semerkant ve Buhara gibi bütün maveraünnehir şehirleri Moğollor tarafından harap ediliyor ve halkı öldürülüyor.

        Korku imparatorluğunun korku rüzgarları, kasırgası hızla Anadolu’ya doğru geliyor.

         Aynı yıl Selçuklu Devleti yani Anadoludaki Türkiye Devleti tahtına Alaaddin Keykubat geçiyor. Sultan Alaaddin Keykubat Moğol saldırılarına karşı önlemler almaya başlıyor.

           Asya’dan esen bu korku rüzgarlarından (Moğol saldırıları) kaçan insanlar Anadolu’ya sığınıyor. İnsanlar korku içinde geleceklerinden ümitsiz yaşıyor. Korku imparatorluğu korku saçarak amacına ulaşıyor. Moğollar yaklaştıkça insanlar kaçıyor, hep kaçıyor... kaçıyor.

           Bafra da bu yıllarda daha 6 yıl öncesi Sinop’la birlikte Anadolu Selçuklu Devleti, yani Türkiye Devleti idaresine alınmıştır. Moğol saldırıları Karadenizin kuzey kıyılarına da ulaşır. Yani bugünkü Rusya’nın Karadeniz kıyılarına. Oralardaki zengin insanlar, tüccarlar gemilerle Sinop’a gelirler. Moğol saldırılarından kaçan bu insanlar bölgemize yayıldıkça ve anlattıkları duyuldukça bölgemizde bu korkuyu yaşar. Korku silahı bölgemizi de etkiler. İşte bu yıllarda yaklaşan Moğol tehlikesine karşı Türkiye-Harzemşahlar işbirliği başlar. Ancak Harzemşahların Ahlat’ı işgal ve yağma etmeleri üzerine iki Türk devleti 10 Ağustos 1230’da Yassıçemen’de savaşır. Harzemşahlar yenilir. Harzemşahlar Devleti yıkılır (1).

            Böylece Anadolu, Moğollara karşı tampon bölgesini kaybetmiş ve Moğollara karşı karşıya kalmıştır.

           Anadolu halkını zenginlik içinde yaşatan sultan Keykubat, Harzemşahlarla barışık yaşamayı başaramayarak, Anadoluluların huzur ve güvenini tehlikeye atmıştır.

           Sultan Alaaddin Keykubat’ın 31 Mayıs 1237’de ölmesiyle Türkiye sultanlığına II. Gıyasettin Keyhüsrev geçer. 1240’da patlak veren Babai ayaklanmasını bastırmakta zorluk çeken Türkiye Devleti’nin zaafını gören Moğollar, hemen Anadolu’ya saldırıya geçerler. 1242’de Erzurum’u işgal ve tahrip ederler. Artık savaş kaçınılmazdır.

             Türkiye Sultanı 80.000 kişilik ordusuyla Sivas’a gelir. Deneyimli devlet adamları silahın ve yiyeceğin bol olduğu Sivas’ta kalınmasını, Moğol ordusunun buraya gelmekle yorgun düşeceğini anlatırlar Sultan’a. Anlatırlar da dinletemezler. Sultan, orduyu 80 km daha yürüterek Kösedağ’ın ovasına konaklatır. Buna da itiraz eden devlet adamları, çete savaşını önerirler. Henüz 19 yaşındaki sultan, yardakçılarının ve yağıcılarının sözünden çıkmaz. Meydan savaşı emrini verir. Bu sırada Kösedağ’a yakın Akşehir yöresindeki ovaya yerleşen Moğol ordusuyla karşı karşıya kalınır.

          Genç sultanın emriyle 20.000 kişilik Selçuklu (Türkiye) öncü kuvveti saldırıya geçer. Fakat Moğollar önce yenilmiş gibi yapıp sonra dönerek bu öncü kuvveti bozguna uğratırlar. Bu durumu yüksek tepelerden seyreden Türkiye Sultanı, ordusunun yenildiğini sanarak korkuya kapılıp atına atladığı gibi kaçar.

           Sultan, Tokat ve Ankara üzerinden Antalya’ya gide dursun, bu manzarayı gören bazı beyler de kaçarlar (2).

          Koskoca 80.000 kişilik ordu panik içinde dağılır. Korku rüzgarı fırtınaya, kasırgaya dönmüş, herkes kaçış yoluna düşmüştür.

          Savaşmadan kaçan sultan, savaştan çekilen ordu karşısında Moğollar şaşkına dönerler. 2-3 gün ne olduğunu anlayamazlar. Çadırlara dikkatle yaklaşırlar. Bakarlar ki binlerce çadır bomboştur. Bütün silahlar, altınlar her şey ortada kalmış sahipsizdir.

           3 Temmuz 1243, Türk’ün Türkiye’nin, Türkiyelilerin mağlup olduğu ve 92 yıl sürecek acılı, kanlı günlerin başlangıcı olur.

             Gelelim genç sultanımızın savaş meydanlarında bıraktıklarına; yani Moğolların savaşmadan sahip olduğu servete; 300 deve yükü altın, 3000 hayvan yükü kıymetli eşya, kırk araba ile taşınabilecek zırhlılar ve sultanın hiç yanından ayırmadığı ve savaş alanına kadar getirdiği arslanı pars ve başka vahşi hayvanlar.

           Hey sultan hey, ah sultan vah sultan…. Senin ataların savaş meydanına kaçmaya değil, şehit olmaya gidiyorlardı…

            Türkiye’nin 1071’li yıllardan beri biriktirdiği hazineyi de bırakıyor, onurunu da kaybediyor, daha da kötüsü bir asıra yakın sürecek Moğol zulmünü yaşayacak Anadolu halkı, Moğol zulmüne, baskısına hep isyan edecek Türkmenler. Kıyıma uğrayacaklar, Türkmen anası ağlayacak, Türkmen çocukları ağlayacak hep.

            Türkmen baba vergisini ödeyemezse Türkmen çocuğu alacak Moğol esir pazarında satacaklar. Aldıkları parayı vergi borcundan düşerler, çocuğu esir pazarında satılan aile yine borçtan kurtulamaz…

           İşgal altında yaşamanın korkunçluğunu, kötülüğünü anlayacak Türkmenler.

           Bundan sonrasını yazmaya yürekler dayanmaz. Ama Moğolların Anadolu’ya Anadolulara Türkmenlere yaptığını kısaca gözler önüne sermekte boynumuzun borcudur, görevimizdir.

                          KÖSEDAĞ SAVAŞI SONRASI TÜRKİYE VE BAFRA

             Kösedağ Savaşı, Türkiye için tam bir felaket olmuştur. Sultan, Antalya’ya kaçmış, vezir Amasya’ya varmış, her bir boy komutan dört bir yana dağılmıştır. Oysa Kösedağ’da kaybedilen atlı süvari sayısı sadece 3000 kadardır. Moğollar daha fazla kayıp vermiştir ama cephededirler. Aslında Türkiye’nin daha 100.000 den fazla askeri vardır. Ama korkmuştur, korkunun esiri olmuştur.

           Türkiye ordusunun dağılışıyla kolayca zafere ulaşan Moğol ordusu, Baycu Noyan Kumandasında ilerleyerek Sivas’a gelir. Sivas kadısı ve ileri gelenleri ağır hediyelerle Baycu Noyan’a itaatlerini bildirerek, şehri yıkımdan ve kıyımdan kurtarmak isterler. Fakat Baycu Noyan, sultanın Sivas’daki hazinesini aldığı gibi şehri üç gün boyunca Moğol askerlerine yağmalatır.

              Moğol ordusu Sivas’dan sonra Kayseri’ye geçer. Şehir kahramanca direnir. Fakat “Hajukoğlu Hüsam” adlı bir ermenin ihaneti sonunda işgal geniş çapta yıkım ve kıyımlara dönüşür(3). Beşikteki erkek çocuklarına kadar 10.000 Türk öldürülür.

İşte bu katliamları duyan Türkiye veziri Mühezzibüddin Ali, Amasya kadısıyla birlikte Moğol ordusu komutanıyla görüşmeye gitmeye karar verirler. Azerbaycan’da Moğol ordusu karargahında Baycu Noyan’la görüşerek anlaşmaya varırlar. Türkiye Devleti, Moğollara yıllık 360.000 gümüş para, 10 bin koyun, bin sığır ve deve verecektir(4).

              Artık Türkiye devleti, vergi veren bir devlet durumundadır. Daha önce Çukurova Ermeni Krallığından aldığı vergileri de alamaz.

              Ermeni kralı Hetum, Kösedağ bozgunu sonrası Halep’e gitmekte olan Türkiye Sultanı’nın annesi ve aile bireylerini yakalatıp Moğollara teslim etmiştir.

             Çukurova Ermeni Krallığı üzerine bir sefer yapılmalı, cezalandırılmalıdır. Ama bunun için de Moğollardan Batuhan’dan izin alınır.

              İşte böyle acıklı durumlara düşmüştür, Anadolu Selçuklu Devleti. Artık bağımsızlığını kaybetmiş bir devlettir. Bundan sonra Selçuklu tahtına çıkan sultanlar, Moğolların kuklası olurlar.

              1256 yılına gelindiğinde İran’ın Azerbaycan bölgesinde Tebriz merkez olmak üzere “İlhanlı Devleti” kurulur. Moğolların bir şubesi durumundadır. “Zaten Karakum’da oturan Büyük Kağan Mengü Han (1251-1259)’ın emriyle Cengiz Han’ın Torunu’nun oğlu Hulagu’dur kurucusu.”(5).

               “İlhan ifadesi il+han kelimelerinden oluşmaktadır ve Türkçedir” İl imparatorluğu anlamına gelen “İlhan” İran’da bulunan Moğol yöneticisine denir.” (6).

               İlhanlı Devleti’nin kuruluşuyla Anadolu İlhanlı Devleti’ne vergi verecek, İlhanlıların etkisinde kalacaktır.

               Bu yıllarda bölgemizi, Sinop’u ve Bafra’yı da etkileyecek olan olaylar gelişir. Trabzon devleti, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan faydalanarak 1259’da Sinop’u ele geçirir. Sinop önemli bir ticaret limanıdır. Selçuklu Türkiyesi için kurtarılması geri alınması gerekir. Koskoca devlet, kendi toprağı olan Sinop’u kurtarmak için harekete geçemez. Bunun için İlhanlı Devleti’nden Abaka Han’dan izin almaya gidilecektir.

                  Türkiye Sultanı Kılıç Arslan’ın Tebriz’e gitmek için hazırlandığı günlerde, doktorlarından Saadettin Mesut Samsun’a gelir. Bu doktorun yazdığı mektupların günümüze ulaşması o günlerin Samsun ve Bafra’sının durumunu aydınlatır. Doktor Saadettin Mesut’un mektuplarında Samsun ve Bafra ile ilgili bölümlerinden anlaşıldığı gibi Samsun’dan ötesinin Hıristiyanların elinde olduğu, Bafra’da bir hatip bulunduğu yani Bafra’nın Müslüman Türklerin idaresinde olduğu anlaşılır.

                     Mektubun bir bölümünde:

                  “Samsun Beyler beyinin kendisini bazı hastaları tedavi maksadıyla, Dar ül-Küfr (Rumların ülkesi) Canit (Canik)’e gönderdiğini buradan dönünce Bafra’ya geldiğini ve orada hastalandığını” yazar (7).

                 Bafra’da birkaç gün hatip Saraceddin’in misafiri kalarak yol arkadaşlarını beklediğini fakat hasta olup kendi kendisini müshil ve merhemle tedavi ettikten sonra efendisi ve hanımı ve çocuklarından haber gelince o tarafa gitmesi gerektiğini belirtir (8).

                 Bu mektupdan doktorun Bafra’da uzun süre kaldığı anlaşılıyor. Bu duruma göre Bafra, huzur içindedir.

                    Bafra, güvenli bir yerdir. Rum işgaline uğramamıştır. Selçuklu Türkiyesi’ne bağlıdır. Yani 1214’den sonra elli yıl kadar geçtiği halde bu çalkantı döneminde Türkmenlerin hakimiyetindedir.

                   Bakalım sultanımız İlhanlı Devleti’ne gidip Sinop’u kurtarmak için izin alabilecek mi?

                    Türkiye Devleti, Sinop’u kurtarmak için harekete geçme iznini İlhanlılar’dan alır. Selçuklu ordusu Sinop’u kuşatır. 1266’da Sinop, Rumlardan kurtarılır. 6-7 yıl Rum işgalinde kaldıktan sonra tekrar Türklerin eline geçmiştir. Bu zaferle Türkiye veziri Müineddin Süleyman’ın şöhreti artar. Muineddin Pervane Sinop’un kendisine verilmesini ister.

                   Sultan IV. Rukneddin Kılıç Arslan zor durumda kalmıştır. İstemey istemeye Sinop’u Süleyman Pervane’ye verir. Ama Moğollar Kızılırmak havzasını Pervane’ye bırakmazlar. Bafra ve Caniğin idaresine Toğan Noyan’ı memur ederler(9).

                  Pervane Süleyman, Moğolların adamıdır. Sultan, Pervaneyle iyi geçinmek zorundadır. Bu düşüncesi bile sultanın Pervane tarafından boğdurulmasını önleyemez. Böylece Sinop’da birkaç yıl sonra kurulacak Pervane Oğulları Beyliği’nin temeli atılmış olur.

                  Sinop’u aldığı halde Sultan’ın aleyhinde davranışlarını sürdüren Pervane, İlhanlı hükümdarı Abaka Han’ın iznini alarak Sultan’ı zehirletir ve yayının kirişiyle boğdurur (1266). Ondan sonra da Anadolu’da kendi diktatörlüğünü kurar.

                 Ağır vergiler, türlü baskılar karşısında Türkmenler ezilir. Zaman zaman ayaklanırlar. Fakat Moğol askerleri bu ayaklanmaları çok amansızca bastırırlar. Türkmenler kıyıma uğrar.

                  Kendi kurdukları devletin çöküşü ve Anadolu halkının çektiği ızdırapları gören Türkmen Beyleri her fırsatta ayaklanırlar, isyan ederler ama halkın desteğini alamazlar. Her seferinde Moğolların baskısı daha da şiddetlenir.

                  Halk şaşkındır perişandır. Moğol askerlerinden kaçmaya göç etmeye çalışır… Anadolu harap olmuştur. Tarım arazileri işlenemez hale gelmiştir. Anadolu halkı korkunun esiri olmuştur. Bir kurtarıcı beklerler hep, ama Moğol zulmünden kurtulacağına inanamaz (10). Halk akıllara durgunluk veren bir korku içindedir. İşte bu konuda Semarkand dergisi “Akıl Almaz Korku” başlığında şu bilgileri veriyor:

                  Zalim Moğol ordularının İslam dünyasında kırk yıl kadar süren ezici hakimiyetleri döneminde (1220-1260), Müslümanlar onlardan çok korkak olmuşlardı. O korkulu günleri bizzat yaşamış olan değerli tarih bilgini İbnü’l-Esir, konuyla ilgili şunları yazıyor:

                  “Moğolların Diyarbekir ve Bitlis bölgelerini işgal ettiği yıllarda (1231), yaşananlarla ilgili öyle şeyler anlatılıyordu ki, insanın inanası gelmiyor. Moğollardan bir tek asker bir köye yahut kaleye girse, orada yüzlerce kişilik bir insan topluluğu bulunduğu halde, yalnız başına onları tek tek öldürürken hiç kimse elini kaldırıp, bu Moğol atlısına vurmaya cesaret edemiyordu.

                  Bana anlatıldığına göre, Moğollardan biri bir adamı yakalamış, fakat yanında adamı öldürecek bir şey yokmuş. Yakaladığı adama: “Başını yere koy da bekle, sakın kıpırdama!” demiş. Adamcağız da başını yere koyup beklemiş. Moğol ise gidip bir kılıç getirmiş ve adamı öldürmüş!

                      Başka biri de şöyle bir olay anlattı:

                 “Onyedi arkadaşımla bir yolculuktaydım. Bir Moğol atlısı çıkıp yanımıza geliverdi. Bize birbirimizin ellerini iple bağlamamızı emretti. Arkadaşlarım da onun emrettiğini yapmaya başladılar. Onlara dedim ki:

* Bu tek başına bir adamdır. Nedenbu herifi öldürüp kaçmıyoruz?

* Biz korkuyoruz, dediler.

Ben de dedim ki:

* Bu adam şu anda hepimizi öldürmek istiyor. İyisi mi biz onu öldürelim. Belki Allah bize kurtuluş yolu açar.

* Vallahi hiç kimse bunu yapmaya cesaret edemedi. Ben de bir bıçak alıp saldırdım, adamı öldürdüm. Sonra kaçıp kurtulduk.

* Moğol işgalinde buna benzer olaylar çoktur.”

* (el-Kamil fi’t Tarih, 12/500-501)

                 Anadolu halkı bir kurtarıcı bekler demiştim. Ya halk kurtarıcı olarak Mısır Memluklu Sultanı Baybars’a umut bağlamıştır. “1271 yılında Konya’da camilerde Baybars için dua edilir (11).

                Baybars, Sivas’ta satılmış, satın alınmış bir köledir. Mısır’da devletin başına gelmiş ve Türk padişahı olduğunun bilinci ve sorumluluğuyla hareket eder. İlhan’a elçiler göndererek müslüman ülkelerden el çekmesini ister. Anadolu halkının umudu Baybars’dır artık.

               Gelelim Karadeniz’e; Sinop, Bafra ve Samsun’a.

               Karadeniz sahillerini Türkmenler korumaktadır. Bu havali de Çepni Türkmenleri devamlı ilerlemektedir.

                Rumlar 1276’da Sinop’a tekrar saldırdıklarında Çepni Türkmenleri onları perişan ederler. Çepniler, Sinop’tan doğuya doğru hızla ilerler. Sinop, Bafra ve Samsun rahattır. Çepniler huzuru sağlamıştır. Fakat Anadoluda Hatıroğulları isyan etmiştir.

                  Hatıroğulları halkın desteğini kazanmak için Mısır Sultanı Baybars’ın Anadolu’ya geleceği haberini yayarlar. Oysa Baybars bir yıl sonra gelebileceğini bildirmiştir. Her tarafa gönderdikleri mektuplarla destek çağrısı yaparlar. Acaba destek görebilecekler mi? Korkunun esiri olan halk korku zincirini kırabilecek mi?

                 Pervane ve Moğol Beyleri 30.000 kişilik bir orduyla 1276 gününde bu isyanı bastırırlar. Demek ki halk önce korku zincirini kıramamış yoksa koskoca Anadolu’nun insanları bu 30.000 kişilik Moğol gücünü yenmeliydi.

                 Bundan sonra Süleyman Pervane, Mısır Sultanına mektuplar yazarak Anadolu’ya davet eder. Moğolların adamı, Moğollara karşı tavır almaktadır.

                 Mısır Sultanı Baybars, Türkiye Veziri Süleyman Pervane’nin mektuplarına güvenerek 1277’de Kahire’den yola çıkar. Halep’de ordusunu toplar, nisanda Ayntab’a ( ) gelir. Oradan tarihi Kervan yolunu izleyerek Göksu, Göynük, Akça derbende ulaşır. Burada 3000 kişilik Moğol ordusunu mağlup eder.

              Baybars, Elbistan ovasına geldiğinde 30.000 kişilik Moğol askeriyle karşılaşır.

                Moğol ordusunun büyük bir bozguna uğratır. 6700 moğol askeri ovada ölür. Birçok Türk asker ve komutanı Baybars’ın tarafına geçer. Çok sayıda tutsak da vardır. “Süleyman Pervane’nin oğlu beylerbeyi Mürhezzibüddin Ali de tutsak olarak Baybars’ın ünene getirilir.

                  Baybars, Kayseri’ye gelerek tahta oturur. Bütün Türkiye bayram havasındadır. Halk bayram eder, fakat devletin ileri gelenleri bilhassa Pervane yani vezir ortalarda yoktur. Devletin ileri gelenlerini de alarak Tokat’a çekilmiştir. Moğol askerinin intikam alacağından korkar. Vezir, kendi çıkarını düşünmekte, Moğollar gelirse kaybedeceği serveti ve makamının hesabını yapmaktadır.

                  Baybars Kayseri’dedir. Ama Kayseri de büyük bir kıtlık başlamıştır. Baybars askerinin aç kalacağını düşünerek 10. gününde dönüş yolculuğuna çıkar. Pervane Süleyman’a kırgındır. Davet ettiği halde gelip ilgilenmemiş ve de kaçmıştır. Fakat oğlu Ali ve ailesinden çok sayıda kişi Mısır’a doğru götürülmektedir.

                    Baybars, Anadol’dan uzaklaşır. Anadolu halkının sevinci kursağında kalır…

                    Ya İlhanlılar. İlhanlılar ne yapacaktır?

                    Neler yapmazlar ki!

                  Moğol askerinin yenilgisini duyan İlhan, büyük bir orduyla Anadolu’ya gelerek savaş meydanını gezer, inceler. Türkiye devleti yöneticileri de hep oradadır.

                   İlhan, savaş meydanının Moğol askerlerinin cesetleriyle dolu olduğunu görür(12)...

                  İlhan “Türklere Ölüm Emri” veriyor.

                 İlhan nerde görülürse görülsün her Türk’ün öldürülmesini emreder.

                   Bu emir üzerine 200.000 ile 600.000 arasında evet yazıyla da yazalım iki yüz bin ile altı yüz bin arasında Türk çocuk çoluk demeden görüldüğü yerde Moğol askerleri tarafından öldürülür.

                   Hıristiyanlara hiç dokunmazlar. 600.000 e yakın Türk’ü öldüren Moğollar, Hıristiyanlara hiç dokunmazlar. Hiçbir hıristiyanı öldürmezler. Çünkü Moğol hanları Hıristiyan dünyasının papa ve krallarıyla mektuplaşmakta elçilerle haberleşmektedirler. Büyük Moğol Hakanı’nın elçileri Fransa’ya kadar gidip görüşmeler yapmaktadırlar.

                     Demek ki bundan 737 sene öncesi de dünya siyaseti de bu günlerden pek farklı değilmiş.

                     İlhan (Abag Han) Anadolu’dan ayrılırken Türkiye’ye vezirini de yani Süleyman Pervane’yi de yanında götürür.

                     Bu arada Mısır Sultanı da Pervane Süleyman’ın yardım isteyen mektuplarını İlhan’a göndermiştir. İlhan, Van Gölünün yakınlarında Aladağ’a geldiklerinde, Pervane Süleyman’ı öldürtür (1277).

                   1277’den itibaren Anadolu’yu İlhan’ın merkezden atadığı valiler yönetecektir. Selçuklu Sultanlarının sadece adı vardır. Kukla durumuna düşerler. Halk, İlhan’ın İlhanlıların baskısından zulmünden uçlara, sınır boylarına kaçmaktadır. Kaçmak… kaçmak da zordur.

                      Ya Sinop – Bafra

                     Pervane Süleyman’ın öldürülüşünden sonra oğlu Mehmet Bey bağımsız hareket etmeye başlayarak “Beyliği”ni ilan eder.

                   Yeğeni Mesut Bey de Bafra hakimidir(13).

                      Mesut Bey, Süleyman Pervane’nin torunudur (14).

                   1277’de Sinop’un da Bafra’nın da Pervane oğullarının elinde olması, Süleyman Pervane’nin Sinop’u ikta olarak aldığında Bafra’dan söz edilmemesi. Bafra’nın 1266’dan sonra alındığını akla getirir. Zaten Sinop’u aldıktan sonra topraklarını genişletmesi Selçuklu Sultanı IV. Kılıçarslan’la arasının açılmasına sebep olmuş ve sultanı boğdurtmuştu (1266).

                   Bafra 1277’de Pervane’nin torunu Mesut Bey’in elindedir ancak daha sonra Samsunlular tarafından alınır(15).

                   Sinop Bey’i Mehmet Bey 1296 da ölür ve yerine eski Bafra hakimi (veya valisi) Mesut Bey geçer.

                    Bu yıllarda 1296-1298 Anadolu tahtı boştur(16).

                     Mesut Bey Bafra ve Samsun’u alır. Hatta Moğolların toplayacağı vergileri de toplar. Samsun darphanesindeki paraları da alır. Samsun’un vergilerini toplayan (Mültezim) Rukneddin Rahat Samsun’dan kaçar. Samsun’un bölgenin ve Anadolu’nun üst yöneticilerinden Emir Şah (Emir Şah o sırada İlhanlıların ve Selçukluların naibidir.), Samsun’a gelir. Mesut Bey de Sinop’a çekilir. Mesut Bey Samsun’dan aldığı paraları geri verir ve Emir Şah’a damat olmak ister. Bu evlenme işi gerçekleşir. Mesut Bey de sırtını sağlam yere dayamış olur.

                   Biz bırakalım Mesut Bey’in evliliğini gelelim Baframıza. Bafra – Baframız kimin elinde idaresinde kaldı acaba? Daha sonraki gelişmelere bakılırsa Mesut Bey’in elinde kalmıştır diyebiliyoruz…

                   Şöyle ki; Mesut Bey’in ölüm tarihini birçok kaynaklar 1300 derken, Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular zamanında Türkiye, adlı eserinin 645. sayfasında “Ayni’nin Kaydına Göre Mesud Bey 1310’da Sinop hakimidir; Fakat ne zamana kadar yaşadığı veya hüküm sürdüğü belli değildir” diyor.

                     İşte Bafra’nın ikinci defa Pervane Oğullarından Mesut Bey’in eline geçtiği yıllarda Kayı boyundan Osman Bey yine Kayı boyundan olan Çobanoğullarının vasali küçük bir beyliğin başındayken, uç beyi mevkine yükselir. Çünkü bütün Türkmenler arasında ünlenmiş, sevilmiştir. Artık Türkmenler Osman Bey’in bayrağı altında toplanmaya başlamıştır.

                     Osman Bey, 1300’e geldiğinde İznik’i baskı altında tutar. İmparator, İznik’i baskı adlından kurtarmak için Osman Bey’in üzerine 2000 kişilik ordu gönderir. Osman Bey 27 Temmuz 1302’de bu orduyu Koyulhisar’da yok eder. Bu zaferden sonra artık Osmanlı Devleti resmen kurulmuştur(17).

                     Selçuklu Devleti çökerken yeni bir Türk Devleti doğum sancılarını tamamlamıştır. İşte 1302’de Osmanlı Beyliği, Osmanlı Devleti olmuştur.

                       Eğer Mesut Bey 1310’a kadar yaşadıysa Mesut Bey’den sonra Pervane Oğulları Beyliği’nin başına oğlu Gazi Çelebi geçer.

                        Biz Gazi Çelebi’yi bırakıp biraz Anadolu Selçuklularına bakalım. Çünkü bu yıllarda Anadolu Selçuklu Devleti’nde meydana gelen olaylar, Bafra’yı da Sinop’u da tüm Anadolu’yu etkileyecek düzeyde gelişmektedir.

                        Bafra’nın tarihini, bölgemizin tarihini öğrenebilmek için Anadolu tarihini, Türkiye tarihini, Türkiye Devleti’nin tarihini çok iyi anlamalıyız.

                       1308’de Selçuklu sultanı yani Türkiye Devleti Sultanı II. Mesut ölür. Bazı kaynaklar 1310 dese de hiçbir şey fark etmez.

                       Son sultanın ölümü, ölüm haberi dahi hiç duyulmamış, hiçbir etki yapmamıştır. Sessiz sedasız Havza Simre’sine getirilip gömülür.

                          Evet yanlış yazmıyorum. Doğru okuyorsunuz… Son Selçuklu Sultanı II. Mesut Samsun İli’nin Vezir Köprü ilçesi ile Havza ilçesi arasında bulunan Simre’ye defnolunmuştur(18).

                          O günlerde “Simre, Amasya Sancağı dahilinde, Vezirköprü’nün yanında bir şehri Kadimdir(19). Türkiye Devleti’nin son Sultanı II. Mesut’un mezarının bugünkü yeri ise “Tatar Kale” Köyü’ndedir.

                        (II. Mesut’un mezarı, Türbesi ve evlatları hakkında Havza’da yaptığım çalışmalarda Havza Kütüphanesi Md. Sn. Ahmet Doğan çok yardımcı oldular.

                       Havza Kütüphanesi sorumlusu Sn. Ahmet Doğan Bey ile birlikte “Şeyh Savcı” (Umur Bey) köyüne gittik. II. Mesut’un oğlu Tacettin Altunbaş Gazi’nin türbesini ziyaret ettik. Köyün imamı “Ali Fuat Sezgin” Bey ve köyden birkaç kişi bizi köy mezarlığına götürdüler. Daha mezarlığa girer girmez bütün mezar taşlarında Türk Bayrağı Kabartması dikkat çekiyordu…

                        Bu mezarlıkta “Son Sultan II. Mesut’un Oğlu Tacettin Altunbaş” yazılı bir mezartaşı olduğunu daha sonra bunun çalındığını belirtirler. Yenisi aynı mezara Türkçe olarak yazılıp konmuştu. Köyün imamı Ali Fuat Sezgin, Havza Kaymakamlığı, İlçe Müftülüğü tarafından hazırlanmış 16.09.2009 tarihli, “Simre Nahiyesi” başlıklı yazının fotokobisini verdiler. Kendilerine teşekkür ederim.)

                        Son Sultan’ın ölümünden sonra yerine oğlu Altunbaş Gazi Çelebi’nin geçtiği ve 1318’e kadar hüküm sürdüğünü belirten kaynaklar olduğu gibi (Prof. Dr. Yaşar Yücel) bazı kaynaklarda III. Gıyaseddin’in oğlu V. Kılıç Arslan’ın geçtiğini ve 1318’e kadar saltanatın sürdüğünü belirtir.

                          1308’den sonra Anadolu Selçuklu Devleti diye bir şey yoktur. Sultanlarında sadece adı vardır.

                         Zaten 1316’da Anadolu Genel Valiliğine atanan Timurtaş Noyan 1318 tarihinde bütün Selçuklu hanedanını ortadan kaldırmak için bütün Selçuklu Şehzadelerini öldürtür. Kaçabilenlerden uçlarda saklananlar kalmıştır.

                        “Gelüp Rum’da (Anadolu) Konya’da ve Akşehir’de Selçuk aslından bulduğu oğlanları boğdurup helak itti.

                       Konya’da bir gün içinde yiğirmi tokuz nefer mah-ru telf oğlancıkları şehid ittiler.” Akşehir’de ve Simre’de ve Sivas’da olanlardan bazı kurtulup gizlendiler.” Der Yazıcızade Ali, Tevarih-i Al-i Selçukta.

                      İşte Simre’de Havza Vezirköprü arasında gizlenenlerden biridir “Taceddin Altınbaş Gazi” de.

                     Daha sonra Amasa’da üç defa saltanat makamına oturtularak Selçuklu Devleti canlandırılmaya çalışılacak ama hiç varlık gösteremeyecektir.

                     1335’de Ebu Said ölür. Hiç çocuğu olmadığından taht kavgaları başlamıştır. Bu fırsatı değerlendiren Türkmenler, bölgelerinde bağımsız hareket eteye başlarlar. Yer yer mahalli beylikler oluşur. Bu dönemde Bafra, Bafra Türkmenleri de Moğol zincirini kırmaya, Moğol baskısına, zulmüne son vermeye kararlıdır. Zaman zaman bölgenin güçlü beyliklerinin üstünlüğünü kabul ederek bazen ittifak yaparak bağımsızlık mücadelesi verirler.

                     Bafra Beyliği, tarih sahnesindeki yerini alır.

                     Bafra Beyliği 1352’den sonra serbest hareket eder. Ama bölge içindeki dengelere bakılırsa hep Amasya Beyliği’nin yani Amasya’daki siyasi iradenin yanında yer alır.

                     Bunun etkisini de Selçuklu hanedanının devamı olanların Bafra’nın güney kesimlerine Kızılırmak boylarına yayılmış olmalarına bağlıyorum.

                     Yüzyıllar boyu sessiz kalan bu kültür, adeta sırlarıyla büyür, olgunlaşır. Osmanlı Devleti’nin 30 Ekim 1918 tarihi Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslimiyetine kadar suskun kalmıştır.

                       Ancak bunlar Osmanlı Devleti’nin teslim oluşu padişahın bunu kabul edişinden 5 ay 19 gün sonra Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla sessizliğini bozmuş, silkinmiş 600 yıllık uykusundan uyanmış ve Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer almışlar.

                      Son Selçuklulardan, Havza, Vezirköprü ve Bafra’nın güney bölgesiyle Kızılırmak kıyılarında varlığını sürdürenlerin torunları Mustafa Kemal Paşa’nın yanındadır. Gazi olurlar, Gazi Mustafa Kemal’le birlikte… Cumhuriyeti kurarlar,, insanlık tarihinin en büyük devrimini yapan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün devrimcisi olurlar.

                    Korku yenilmiştir. İstiklal Marşımız da “Korkma” diye başlıyor ya.           “Yaşasın Cumhuriyet”, “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti”, Ne Mutlu Türk’üm Diyene.  Kutlu Olsun Cumhuriyetin 91. Yılı.

 

ALİ AK

EMEKLİ ÖĞRETMEN

KOLAY MH. BAFRA

        

NOTLAR:

1- (Kemal Öge Eratnalılar, T.T.K. 2000, Ank., S.3)

2- (Kemal Öge, a.g.e. S.3)

3- (Ali Sevim – Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, T.T.K. Basımevi, 1995, s.472)

4- (Ali Sevim, Erdoğan Merçil, a.g.e. s. 473; Ali Sevim, Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi, I. Cilt, T.T.K., 1990, s.127)

5- (Mehmet Ersan, Türkiye Selçuklu Devleti’nin Dağılışı, Ankara, 2010, S.43)

6- (Hanifi Şahin, İlhanlılar Döneminde Şiilik, Ötüken Neşriyat A.Ş., S.43, İst., 2010)

7- (Osman Turan, Türkiye Selçukluları Zamanında Türkiye, 8. Basım, İstanbul, S.546)

8- (Osman Turan, Türkiye Selçukluları hakkında Resmi Vesikalar, S.162-163)

9- (Kazım Dilçimen, Kısa Samsun Tarihi, Selçuklu-Moğol Sultanı ve Küçük Beylikler, 19 Mayıs Samsun Halkevi Dergisi)

10- (Yusuf Yavuz, Şubat 2001, Binbir Damla, Semerkand Dergisi,

http://semerkanddergisi.com/binbir-damla-55/..)

11- (Osman Turan, a.ge. s.553)

12- (Nejat Kaymaz, Pervane Süleyman, S.69, Kaynak Yayınları, 1999, İst.)

13- (Osman Turan a.g.e.)

14- (Osman Turan, Selçuklu Zamanında Türkiye, S.644)

15- (A. Byer – D.Winfield, The Byzantine Monuments.. 1, S.90-91) (Bu eserin 90-91. sayfalalarının fotokobisini Sn. Prof. İbrahim Tellioğlu’ndan aldım. Kendisiyle 24 Ocak 2011 tarihinde 19 Mayıs Üniversitesinde görüştüm. Adı geçen eserin 91. sayfasını İngilizce olarak okuyup açıkladılar, teşekkür ederim.)

16- (Prof. Dr. Ali Sevim-Prof. Dr. Erdoğan Merçil a.g.e. s.90)

17- (Halil İnalcık Osmanlılar , 3. Baskı, S.52-53, 3. Baskı, İstanbul, 2010)

18- (Prof. Dr. O. Turan, a.g.e. S.659).

19- (Kazım Dilçimen, Canik Beyleri, Samsun, 1940, s.19).

 

ALİ AK : TARİHİ ARAŞTIRMACI-YAZAR

 

 

        1950'de, Bafra'nın Kolay Beldesinde doğdu.İlkokulu Kolay'da,Ortaokulu Bafra'da tamamladı. 1969'da Perşembe İlköğretmen Okulu'ndan mezun oldu.Önce Bafra'nın Ozan Köyünde, Askerlik sonrası Kozağzı Köyünde çalıştı. 1972'de, Kolay Beldesi Merkez İlkokulu'na atandı.Burada 18 yıl, görev yaptıktan sonra 1990'da, Bafra Altınyaprak İlkokulu'nda, 1993'de Bafra Mithat Paşa İlköğretim Okulunda, görev yaptıktan sonra 1995'de emekli oldu.

 

           1983 yılında, 'Kurtuluş Savaşı yıllarında Bafra' adlı kitabını yayınladı. Anadolu'nun eski uygarlıklarının, özellikle 'Hititlerin' izlerini araştırdı. 2000-2001 yıllarında, 'Bafra'nın Tarihi Eserleri' adıyla yazdığı yazılar mahalli bir dergide yayınlandı. Bafra tarihi üzerine, araştırmalarına devam etmektedir.Evli ve iki çocuk babasıdır.