ATATÜRK – VAHDETTİN GÖRÜŞMELERİ V. BÖLÜM
Ali Ak

ATATÜRK – VAHDETTİN GÖRÜŞMELERİ V. BÖLÜM

SON GECE

               15 Mayıs 1919 gecesi Şişli’deki evde Mustafa Kemal Paşa’nın Kaptan İsmail Durusu ile yaptığı görüşme geç saatlere kadar sürmüştü.

               Makbule siniyi üçüncü kata çıkarmış, abisinin istediği gibi annesinin yatağının başucuna koymuştu (85).

               Anne-Kız alt kattaki görüşmenin bittiğini duyabilmek için kulak kesilmişlerdi ki kapı çalındı:

               “Hah işte kaptanı götürecek araba geldi”, dediler. 

 

 

               Ama araba kaptana gelmemişti; bir ziyaretçi getirmişti. Gelen kişi kapıda bir—iki dakika bir şeyler söyledi ve geldiği arabayla hızla uzaklaştı.Bundan sonra kapı sık sık çaldı. Gelenler bazen içeri girdi, bazen de kapıda konuşup gitti. Ama son gelen kişi kapıya öyle bir telaşla vuruyordu ki sanki; “Çok acil! Çabuk açın” der gibiydi. Zübeyde anne heyecanlandı.

               Ana kalbi birden küt küt atmaya başladı. Bir şeyler malum oluyordu sanki. Birileri oğlu hakkında kötü şeyler söylüyor olmalıydı. Heyecanla oturdu yatağının içinde. Hissediyordu tehlike büyüktü.

               Aynı saatlerde Babanzade Fuad Bey’in evinde büyük bir ziyafet vardı (86). Bu ziyafette bulunanlardan İngiliz İrtibat Subayı “John Godolphine Benett” Mustafa Kemal Paşa hakkında atıp tutuyor, tehditler savuruyordu. İşte bunlar malum oluyordu annelerin annesi Zübeyde Anneye.

               Kimdi? Bu ev sahibi Fuad Bey!

               İşgal Kuvvetlerinin subayı Bennett’in ne işi vardı orada?

               Osmanlı Devleti’nin başşehri İstanbul işgal altındaydı. O günlerde İstanbul’da sık rastlanıyordu böylesi ziyafetlere. İşgalci subaylar ve saray çevresi içkili davetlerin baş konukları oluyordu. İş adamları işlerini böyle yürütüyordu.

               Eski bir subay olan Babanzade Fuad Bey’de iş hayatına atılmıştı. Zaten ailesi de zengindi. İstanbul’un ileri gelen ailelerinden olduğu için Padişah Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ı bile isteyebilmişti. Aracılığıda Sabiha Sultan’ın ablası Ulviye Sultan’ın eşi İsmail Hakkı (okday) Bey yapmıştı.

               Fuad Bey Harbiyeden sınıf arkadaşı olan İsmail Hakkı ile Sabiha Sultan’a resmini göndermişti. Ancak Sabiha Sultan, şişman ve boyu kısa olduğu için onu beğenmemişti (87). Daha sonrada Şehzade Ömer Faruk Efendi ile evlenmişti. Ömer Faruk Efendi de Fuad Bey’in arkadaşıydı. Onun ziyafetlerine katılırdı.

               İsmail Hakkı ile Ömer Faruk Efendi bacanak olduktan sonra, Fuad Bey’in ziyafetlerine eşleriyle birlikte gittiler.

               Ulviye Sultan ve Sabiha Sultan bu ziyafetlerde Börekci Halid Bey’in anlattığı Fıkralara, yaptığı taklitlere gülüyor; Ruşen Eşref’in okuduğu şarkı ve şiirleri zevkle dinliyorlardı (88).

               Fakat her sultan da bir değildi Yine saray çevresinden olan “Sultan Mevhibe Celalettin”de bu tür toplantılara katılırdı. Ama gülmek-eğlenmek için değil, Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği görevleri yerine getirmek için… Daha kısa bir süre önce yine Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği görev üzerine, İtalyan İşgal kuvvetlerinin karargahında verilen baloya katılmıştı (89).

               Orada olup-biteni, gördüklerini, duyduklarını bir gün sonra gelip Mustafa Kemal Paşa’ya anlatmıştı (89).

Çok hizmeti geçiyordu; Prenses Mevhibe Celalettin olarak tanınıyordu. Kahire, Paris, Milano ve Cenevre gibi şehirlerde yaşamış, 30-31 yaşlarında bu güzel Sultanı Anadolu’ya götürmek istiyordu Mustafa Kemal Paşa.

               Bu günlerde iki kere teklif edilmişti kendisine. Önce Yaver Cevat Abbas gitti Prenses (Sultan) Mevhibe Celalettin’e. Kısa bir sohbetten sonra:

  •      Paşam Anadolu’ya geçmeye karar verdi. Dedi

Mevhibe şaşırmıştı.

  •      Nasıl olur? Bu işi nasıl yapar? Diyebildi.
  •      Karar kesin… Hazırlıklar tamamlandı bile.

               Mevhibe’nin gözleri doldu. Belli etmemek için toparlanmaya çalışıyordu ki Cevat Abbas saygıyla konuştu.

  •      Paşamın kararı kesin efendim. Acaba Zatıaliniz Anadolu’ya gitmek isterler mi? (90).

               Mevhibe Sultan o anda Anadolu’ya geçmeye karar verirse de belli etmez. Beklemediği anda gelen bu soruya şaşırmıştır:

  •      Biraz düşünmek lazım. Ama Anadolu’ya geçeceğimi zannetmiyorum (91).

               Mevhibe Sultan’ın bu cevabından iki gün sonra Mustafa Kemal teklifi bizzat kendisi yapar. Mevhibe Sultan yine kibarca aynı cevabı verir:

  •      Müsaade ederseniz biraz düşüneyim (92).

              Mustafa Kemal Paşa, Mevhibe Sultan’ın Anadolu’ya gitmek niyetinde olmadığını anlamıştı. Ama kesin olarak da gitmem demiyordu. Bu son gece fikrini değiştirmiş olabilir miydi? Olabilirdi. Belkide Mustafa Kemal, Kaptan Durusu ile görüşürken gelenlerden biri veya birkaçı Mevhibe Sultan’dan haber getiriyordu.

               Yoksa,  Mevhibe Sultan bu son gecede Babanzade Fuad Bey’in evindeki ziyafetde miydi? Bilemiyoruz. Ama Damat İsmail Hakkı Bey ve İngiliz subay John Benneti oradaydı.

               Her zamanki gibi nazikti Fuad Bey. Misafirlerini çok iyi ağırlıyordu. İngiliz Subay Bennett biraz geç gelmişti.

               İsmail Hakkı Bey’lerin masası yemek faslını bitirmiş kahve içmeye başlamıştı. Bu İngiliz Subay ara-sıra homurdanıyordu; Bir taraftan da kadehleri birbiri ardına yuvarlıyordu.

               Baktı ki kimse oralı olmuyor bu sefer de İsmail Hakkı Beylerin masasına yaklaşarak yüksek sesle bir şeyleri duyurmaya çalışıyordu. Ne geveliyordu bu İngiliz. Neyi anlatmaya çalışıyordu? Korku mu yaratmak istiyordu? Amacı neydi?

               İşte bu soruların cevabını İsmail Hakkı OKDAY’ın hatıralarında buluyoruz.

               İsmail Hakkı o geceyi ve sonrasını şöyle anlatıyor:

               “Bu yüzbaşı Benett Yemekten sonra likör ve kahvelerimizi yudumlarken bir aralık sesini yükselterek:

               Hükümet M. Kemal Paşa adında genç bir Türk Generalini umumi müfettiş olarak Anadolu’ya göndermeye karar vermiş. Paşa da bir Türk vapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola çıkacakmış amma M. Kemal Paşa asla Samsun’a ulaşamayacak (93) dedi.

               O akşam yalnız bu İngiliz yüzbaşı değil, hepimiz bir hayli alkol almış, kafaları dumanlamıştık. Fakat Benett’in bu imalı sözleri beni ayılttı (94).

               İsmail Hakkı OKDAY kitabında bu satırlardan sonra kendisinin aynı zamanda bir istihbarat uzmanı olmasıyla da İngiliz Yüzbaşı Bennett’in imalı sözlerinden kuşkulandığını belirtir. “Ev sahibi Babanzade Fuad Bey’de aynı kuşkuları duyduydu” diyerek şöyle yorumlarda bulunur:

               “İngiliz Entelli Jans Servisi’nin bu azılı ajanı, ne demek istiyordu? Umumi Müfettiş olarak Anadolu’ya gönderilen ve “Bandırma” vapuru ile yola çıkacak olan paşa, niçin Samsun’a ulaşamayacaktı? Bu sözlerden çıkan tek mana, paşanın Anadolu’ya gönderilmesini İngilizlerin hiç olmazsa Benett’in mensup bulunduğu Entelli Jans servisinin hoş görmediği idi (95).

               Evet İsmail Hakkı OKDAY, aynı zamanda bir istihbarat uzmanı olarak doğru yorum yapıyordu. Çünkü o gün yani 15 Mayıs günü Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidecek Karargah listesi Bentt’in eline geçmişti. 15 Mayıs günü bu listeyi “O. Van Millingen görecekti.. Nitekim o gün listenin sonunda şu bilgiler yazılmıştı:

               “More of above Officers approved

               O. Van Millingen

               15.5.19 Maj. B.L.O

               Görülmüştür.” (96)

               Bu listenin arka sayfasında, vize bölümünden irtibat subayı Yüzbaşı John G. Benett tarafından da mühürlenip imzalanan kısmında “Müttefik (birleşik) pasaport kontrol bürosu, İngiliz bölümü Samsun için 16.05.1919 tarihinde geçerlidir” yazıyordu. Bu mühür Karadeniz’e çıkış için vize verildi (onaylandı) demekti (97).

               Yine Yüzbaşı Benett 55 yıl sonra yayınladığı hatıralarında vize olayındaki kuşkularını şöyle anlatır:

               “Listeyi okuyunca Türk Ordusunun en faal 35 generaliyle albayının isimlerinin yazılı olduğunu gördüm. Vizeleri vermek istemedim. Binbaşı Van M., her zamanki gibi özel işleri için dışarıdaydı. Listeyi karargaha götürüp talimat istemeyi kararlaştırdım. Görevli subaya “Bu liste bende barışcıdan ziyade savaşçı bir heyet intibai uyandırıyor” dedim. İngiliz yüksek komisyonuna danışılacağını söyleyip beklememi istediler.

               Yaklaşık bir saat sonra çağrıldım ve gidip vizeleri verme talimatı aldım. Bana “Mustafa Kemal Paşa, Sultan’ın güvenine tam olarak sahiptir” dendi (98).

               Görüldüğü gibi şimdi daha net anlıyoruz ki Yüzbaşı Benett, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a gidişi için istenen vizeyi gündüz engelleyememişti. 15 Mayıs gecesi engellemeye çalışıyordu. Burada bir İngiliz oyunu vardı; İngiliz istihbaratının parmağı olabilirdi.

               Peki Padişah Vahdettin’in damadı İsmail Hakkı OKDAY, İngiliz Benett’in sarhoş sarhoş söylediği sözler üzerine neler yapacaktı?

               Yukarıdaki satırlarda belirttiğimiz gibi İngiliz Subay Benett’in bu sözleri İsmail Hakkı OKDAY’ı da ev sahibi Fuad Bey’i de kuşkulandırmıştı. Bu iki arkadaş olayı enine boyuna düşünürler. Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermenin yollarını ararlar. İsmail Hakkı ile Fuad Bey düşünürken oradaki kalabalık içinde hiç yurtsever, milliyetçi yok muydu? Elbette vardı. İçlerinden biri orada duyduklarını Mustafa Kemal Paşa’ya haber verebilirdi. Zaten halk bu Benett’in işkencelerinden bıkmıştı. Halk gönüllü olarak böylesi olayları milliyetçi gizli teşkilata ulaştırıyordu. Yapılan işkencelerin intikamını alan gönüllüler vardı. Zaten işkenceci Benett’in yaptıkları da yanına kar kalmayacaktı.

               “Bu Yüzbaşı Benett sonraları İstanbul’da kendisine karşı tertiplenen suikastten bir bacağını feda ederek güçlükle kurtulabilmişti(99).

               Ya İsmail Hakkı OKDAY; Ne yaptı?

               Sarayın damadı İsmail Hakkı Bey, İngiliz Benett’in o gece söylediği sözlerin, Mustafa Kemal Paşa’ya ulaşmasını sağladı. Daha sonra bu bilgileri önce ATATÜRK açıkladı (100). Böylece tarih sayfalarına belge olarak girdi. Sonra İsmail Hakkı hatıralarında yazdı:

               “- Azizim Fuad Bey! İngilizler’in işlerine akıl erdirmek imkansızdır. Bu adamlar her şeyi yaparlar. Bana kalırsa, bu işte faaliyete geçen İngiliz resmi askeri makamları değil, daima saman altından su yürüten Entelli Jans servis mensupları. Yani papaz Frev’ler, Yüzbaşı Benett’lerdir. Bu akşamki ziyafette bu adamın ağzından kazırdığı sözler gerçeğin bir ifadesi olabilir…. Belkide bunu, O’nun hareketine mani olalım diye veya bir başka sebeple kasten söylemiştir. Gerçek sebebi kestirmek zordur. Her ne halse biz herhalde sahire göre hareket etmek mecburiyetindeyiz”, dedim ve hemen saraya dönerek İstanbul’daki gizli teşkilata mensup olduğunu bildiğim saraydaki muavinim Yüzbaşı Çopur Neşet’e keyfiyeti bildirdim. O da bu haberi gereken yerlere ulaştırdı” (101).

               Sarayın Damadı İsmail Hakkı OKDAY, hem de saraydan göndermişti haberi Mustafa Kemal’e. Yani görevini yapmıştı; Yüzbaşı Çopur Neşet Bey’e söylemişti. Neşet Bey kimlerle, ne zaman, nasıl ulaştırdı haberi. Niçin sabahı beklesin! İstese gidebilirdi.

               Ama gitmedi. Büyük Gazi’nin hatırat saifelerine göre ertesi günü Rauf Orbay’dan sonra geldi. Orbay’ın verdiği bilgilerin aynısını verdi. Oysa; Saadettin Ferit Talay, o gece yarısı veya sabaha karşı eve gelmiş, Mustafa Kemal’e haberi vermişti.

               Alev Coşkun ve Zeki Sarıhan’ın eserlerinde Ferit Talay hakkında önemli bilgiler okuyoruz.

               Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü adlı eserinde 15 Mayıs 1919 gününü anlatırken şu bilgileri de veriyor:

               “Osmanlı Bankası Müdürü Bere Keresteciyan, Mustafa Kemal’i götürecek Bandırma Vapuru’nun İngilizler tarafından batırılacağını Mustafa Kemal’in Avukatı Sadettin Ferit Bey’e o da Mustafa Kemal’e bildiriyor.”

               Alev Coşkun ise:

               “19 Mayıs Cuma günü sabahın erken saatlerinde arkadaşı ve avukatı Saadettin Ferit Talay, Şişli’deki eve gelerek Mustafa Kemal’i uyandırdı; duyduğu önemli bir haberi Mustafa Kemal’e ulaştırdı.

               Haber şuydu: Mustafa Kemal’i götüren gemi Karadeniz’e çıkınca bir İngiliz muhbiri tarafından batırılacaktı. Bu haberi kendisine Merkez Bankası Müdürlerinden Berc Keresteciyan ulaştırmıştı”. (Coşkun, a.g.e., s.408).

               Görüldüğü gibi Saadettin Ferit Talay’ın, Mustafa Kemal’in evine gelişini, Zeki Sarıhan 15 Mayıs günü içinde anlatırken Alev Coşkun da 15 Mayıs’ı 16 Mayıs’a bağlayan gecenin sabahı erken saatleri olarak veriyor.

               Bu açıklamalardan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın evine bakalım. Neler oluyor? Nihayet görüşme bitmişti.

               Kaptan Bey, geç vakitte gelen arabasıyla gitti.

               Mustafa Kemal, kaptanı uğurladıktan sonra hemen annesinin odasına geldi. Üçü de bağdaş kurup oturdular yer sofrasına. Zübeyde Hanım suskundu. Makbule meraklı bakışlarla ağabeyine bir şeyler soracak gibiydi! Soramıyordu..

               Zübeyde Hanım bakışlarını oğluna çevirdi:

               - Bütün gün koşturdun. Eve gelip-gidenler; Heyecanlı ve gizli-kapaklı konuşmalar.. Görüşmeler…. Bir de gazetelerde Samsun haberleri ve senin yeni görevin… Nedir bu görev! Diyordu bakışlarıyla..

               Makbule ise ağlamaklı, kaygılı ve hüzünlüydü..

               Mustafa Kemal zor çiğniyordu lokmaları.. Boğazı düğümleniyor gibi oluyor, yutkunamıyordu… Sessizce başını kaldırdı; ikisine bir baktı. Usulüne görev yavaş yavaş anlatmalıydı. Zorlandı ve Selanik’i örnek göstererek anlatmaya başladı:

               - Anne, dedi. Ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Vatan tehlikede. Buralarda ne olacağı belli değil. Selanik’in başına gelenleri biliyorsunuz. Buralarda Selanik gibi elden gidebilir. Yurdumuzu ben kurtaracağım. Yolculuk çok tehlikeli. Başarılı olabilmem için gözüm arkada kalmamalı. Siz huzurlu olursanız ben de huzurlu çalışırım (102). Onun için sözlerimi iyi dinleyin, diyerek bakışlarını Makbule’ye çevirdi.

               - Bak Makbule, sakın buradan ayrılmayın. İşler kötüye gitse bile bütün paranızı harcayın. Paranız bitince de değerli neyiniz varsa satarsınız. Tekrar ediyorum; Buradan bir yere ayrılmayın.

               Son cümlesinde Naciye Sultan’ın başına gelenleri hatırlatır gibiydi. Zaten üçü de Naciye Sultan’ın başına gelenleri çok iyi biliyorlardı. Çok üzülmüşlerdi Çok haykırmışlardı ama ellerinden bir şey gelmemişti….

               Tam üç ay önceydi. Yoğun kar yağışı vardı o günlerde… Naciye Sultan kızıyla yalnızdı evinde. Üstelik hastaydı. Kızı Mahperkey de iki taraflı zatürreden yatıyordu.

               Fransız askerleri eve gelen doktorun arabasını sokak başında durdurup:

               - İn aşağı yürüyerek git, diye azarlıyordu.

               Doktor Süleyman Numan Paşa (103), bir metre karı yararak yürüyordu. Çantasını da zorlukla taşıyordu. Bir iki gün sonra hava kararırken evi bastılar Fransız askerleri. Fransız komutan D’esperey beğenmişti evi.

               Naciye Sultanı, hasta haleyle zatürreden yatan çocuğuyla evinden attılar. Kim attı? İşgal kuvvetlerinin Fransız - İngiliz askerleri. Gittiği yerde de rahat bırakmadılar. Her gün Enver Paşa nerede? Nereye gitti, diye soruyor, rahatsız ediyorlardı. En son annesinin yanına gittiğini duymuşlardı.

               Ya Mustafa Kemal Paşa nasıl duymuştu? “Herkesten önce duymuştu:

               “Gece geç vakit Dr. Fahri ile Yüzbaşı Dayı Maksut gizli karargah Beyoğlu Havva sokaktaki evde Mustafa Kemal Paşa’ya gizli teşkilatlanma durumunu anlatırken bu haberi de verdiler.

               Mustafa Kemal Paşa ile Enver Paşa arasında görüş ayrılıkları, tartışmalar yaşanmıştı.

               Ama, Mustafa Kemal bu haberi duyar duymaz öylesine öfkelenmişti ki, Dr. Fahri ile Dayı Maksut öfke bulutlarını yaşarken Mustafa Kemal Paşa yüksek sesle şöyle diyordu:

               - Enver Paşa Başkomutan vekili idi. Onun ailesine yapılan bu rezilane hakaret her vatansevere yapılmış demektir. Bu nasıl kepazeliktir. Ama işte Emperyalizmin karakteri budur. Ve göreceksiniz ki emperyalistler sonunda mağlup olacaklar… ve hesap verecekler” (104).

               Mustafa Kemal Paşa kulaklarında kendi sesini duyar gibiydi. Üçü de sini başında o duyguları tekrar yaşadılar.

               Mustafa Kemal:

               - Bak Makbule.. Tekrar ediyorum. Buradan bir yere ayrılmayınız, diye ısrar etti ve devam ediyordu:

               - Ben bir savaşa gidiyorum. Başaramazsam sizi öldürürler. O zaman beni de ölmüş bilin ama sakın gücünüzü yitirmeyin (105).

               Mustafa Kemal, Makbule ve Zübeyde Hanım üçü birlikte sabaha kadar konuştular. Mustafa Kemal’in gittiği cephelerden söz ettiler. O cephelerden gelen mektuplar ve resimler döküldü ortaya…

               Trablusgarp’da İtalyanlara karşı; Balkanlarda Yunan’a ve Bulgar’a karşı; Çanakkale’de İngiliz ve Fransız’a karşı; Doğuda Ruslara ve Suriye’de İngilizlere karşı savaşmıştı… O günlerde soramadıklarını sordu Makbule:

               - Ağabey bu resimde zayıflamışsın! Hangi cephe burası? Diyordu. Soruyor soruyordu…

               - Ağabey şimdi hangi cepheye gidiyorsun?

               Ya cephe neresiydi? Düşman kimdi?

               İşte bu soruların cevabını veremiyordu Mustafa Kemal… Anadolu’ya gidecek yerinde incelemeler yapacaktı. Aslında ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu. İşgal edilmiş bir ülkenin vatansever subaylarının yapması gerekeni yapacaktı.

 

               Altı aydır Padişah VI. Mehmet Vahdettin’e;

               - Direnmeliyiz. İngilizlerin isteğinin sonu gelmez. Emperyalistlerin dostluğu olmaz, demişti.

               Altı aydır hükümette görev almak istemiş, işgallere karşı geleceğini belirtmiş ama padişah görev vermemişti. Şimdi fırsat ayağına gelmişti. Fırsatçılık yapmıyordu. Vatanı, Milleti için fırsatı değerlendirecekti. Anadolu’ya kazasız-belasız bir geçebilseydi….

               Zübeyde Hanım oğlunun yeni görevini anlamış, soru sormayı bırakmış, dualara başlamıştı.

               Mustafa Kemal Paşa:

               -Bankaya para yatırdım çekersiniz, diyordu… Ama annesi duymuyordu…

               Oğlu için, Türk için, Türklük için, Türkiye için dua ediyordu.

NOTLAR:

85- L. Kinros, a.g.e., s.196; Sadettin Yücel İlk Kıvılcım, Doğan Ofset, Samsun, 2001. S.29’da Mustafa Kemal’in, “Ben, annemin odasında yemek yemek istiyorum. Onun karşısında bana bir yer sofrası hazırlattır” dediğini yazar. (Bu bilgiye kaynak olarak da s.30’da 20 nolu dip notuyla: Doğumunun 100. Yılında Atatürk, Kutlama Komitesi, Samsun, Samsun Valiliği, Samsun 1981, s.18-19 gösterir.)

86- İsmail Hakkı Okday, Yanya’dan Ankara’ya İstanbul, sebil yayınevleri, 1994 s. 408

87- Murat Bardakçı, Şahbaba, İnkilap, 2006, s. 187; Alev Coşkun, a.g.e s. 244; İsmail Hakkı Okday, a.g.e. s. 404

88- İ. H. Okday, a.g.e s. 405

89- A. Coşkun, a.g.e s. 261, 262, 263, 264, 265.

90- Coşkun, a.g.e. s.267

91- Coşkun, a.g.e. s. 267

92- Coşkun, a.g.e. s. 268

93- Okday, a.g.e. s. 408

94-95- Okday, a.g.e. s. 408.

96- Çekiç, a.g.e. s. 167.

97- Coşkun, a.g.e. s. 399

98- Bardakcı, a.g.e. s. 131

99- Okday, a.g.e. s. 409

100- Falih Rıfkı ATAY, 19 Mayıs, 1944, Ankara, s. 29; Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 3, s. 100

101- Okday, a.g.e. s. 409.

102 Kınross, a.g.e. s. 196; Yücel, a.g.e. s.29.

103- Hayri Nüssa Alp, Naciye Sultan, Emre Yayınları, 2005 İstanbul, s. 87.

104- Taylan Sorgun, Namus ve Namussuzluk kılıcın keskin ağzında, Bağımsız, say: 9, 22-28 Mart 2013, s. 31.

105- Yücel, a.g.e. s. 30.

106- Kınross, a.g.e. s. 196.

Not: Bu bölüm şu başlıklarla devam edecektir.

“16 Mayıs Sabahı”

“Son Görüşme ve Yemin Merasimi”

“Bandırma Vapuru Son Yolcusunu Bekliyor”

“Bandırma Vapuru Karadenizde-Bafralılar Saraya Telgraf Çekiyor”

“Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun’da Karşılayanlar.”