Prof. Dr. Dursun Kırbaş
Gezi olaylarından bu güne 1 yılı gözden geçirecek olursak;
1. Gezi sadece üç beş ağac kesilmesine değil, top yekün AKP iktidarının iktidar edişine karşı bir itirazdır. Bu itirazda, 5 yıldızlı otellerde lüks iftar yemeklerinden, halkı taşeronlara mahkum eden anlayışlardan, insanların yaşam biçimlerine müdaheleye kadar, eğitim düzeninde yarattıkları kaosdan tutunda, imam-hatip liselerine yönlendirilmelere kadar, sağlık reformu adı altında, islami sermayeye soydurulan ( özel hastanelerin çoğu islami sermayeye aittir) sağlıkta denetimsiz, liberal politikalarla sağlığın özelleşmesine kadar, hukuktaki hukuksuzlara karşı toplu bir itirazdı. Bu itiraz bir partinin , bir grubun itirazı değildi. Polis kayıtlarına göre Taksim Gezi parkını bu gezi sürecinde ziyaretçi sayısı 10 milyon olduğu bildiriliyor. Olay sadece Taksim gezi ile sınırlı değildi. Çünkü Türkiye’nin her yeri “Her yer Taksim” diye inledi. Gencecik canlar alındı. Çocuklar öldürüldü. Başbakan RTE Mısırdaki “Müslüman kardeşi”nin kızı için ağlarken “Berkin”in ailesine mitinglerde yuh çektirdi. Bu nasıl bir insanlık.
Bütün bu itirazlar (ülkeye çığ gibi yayılan), başbakan RTE’nin dünyadakı itibarını sıfırladı. Suriye ve Mısır politikaları iflas etti: Mavi Marmara provokasyonunu yüzüne gözüne bulaştırdı.
Gezi olayları esnasında, iki önemli yalana baş vurdu:
1. Dolmabahçe Bezm-i Alem camiinde “geziciler” içki içti.
2. Başörtülü bacısına, cinsel organlarını süren 50-60 kişilik belden üstü çıplak, başları bantlı saldırganlar.
Birinci yalan caminin imamı tarafından yalanlandı. İmama yapmadıkları kalmadı. İmamı emniyette altı saat baskı ve sorgu yapıldı. İmam emniyetten çıkarken, “yukarda Allah var, ben içki içen kimse görmedim” dedi. İmamı sürgün ettiler ( Bu nasıl bir vicdan ise).
İkinci yalanın, yalan olduğu da adı geçen “başörtülü bacı”nın görüntüleri yayınlanınca mobese kamera görüntüleriyle ortaya çıktı.
Türkiye’yi ve özellikte AKP ihtidarını sarsan gezi eylemleri sırasında MİT,
4 bakanın yolsuzluğu ile ilgili bilgileri başbakan RTE’nin önüne koydu ( Kılıçdaroğlunun iddia ettiği). AKP’nin erozyona uğrama ihtimali yüksekti. Kendi tabanından gelecek eleştirilere karşı kulak tıkaması için yukardaki iki yalan servis edildi. Daha doğrusu Başbakan RTE’nin psikiyatrist danışmanları kendi tabanlarını nasıl konsolide edeceklerini düşündüler. Buna çare olarak bizimkiler/ötekiler ayrışmasını derinleştirmenin yararlı olacağını AKP’ye ilettiler. Bu ayrışma sonucu “ötekiler ne söylerse söylesinler, bizimkilerin inanmamasını sağlamak ” konusunda hemfikir oldular. Yukardaki iki yalan sahneye konuldu, “Camide içki içenler” ve “başörtülü bacısına cinsel tacizde bulunan” ötekilerin bundan sonra söyleceklerleri hiç birşeye inanılmayacaktı. Kitlenin konsolide edilmesi budur. 17-25 Aralık süreçlerine “bizim kitle” dedikleri kitleleri inanmayacaktı. Bu algı operasyonu başarıyla yönetildi. Kitleler ortaya konulan belgelere inanmadı. Belediye seçimlerine böyle girildi. Bizimkiler/ötekiler ayrışması derinleştirildi. Bir psikolojik savaş haline getirildi. Sonunda da bu bir başarı olarak sunuldu. İleri sürülen yolsuzluk iddiaları da örtbas edildi. Hukuk kendilerine göre dizayn edildi. Yolsuzluklarla ilgili hukuki süreç işletilmedi. Bir kilo baklava çalan yoksul insanlar yıllarca hapis yatarken, milyonlarca dolarları ve euroları götürenler, savaş kazanmış muzaffer komutan edasıyla ortalıkta gezmektedirler.
En son Soma maden kazası da bütün bu olayların üzerine tuz-biber ekti. Ortaçağ koşullarında, vahşice sömülen insanlar göz göre göre ölüme gönderilmişler, burada vahşice kazanılan paralarla lüks hayat süren yandaşlar, bu kitlesel ölümler karşısında pervasızca insanlara hakaret ettiler, tokatladılar, copladılar ve biber gazı sıktılar.Bu emri verenlerde vicdan, utanma duygusu yoktu. Ortaçağ koşullarında çalışıldığı için bu maden kazasına Başbakan tarafından ortaçağ döneminde yaşanan maden kazaları örnek gösterildi. Madenciliğin fıtratında bu var denerek, iş kadere bağlandı. Oysa 21. y.y-dayız. Çağdaş örneklerde bu kazalar minimuma indirilmiş durumdadır. 31 mayıs 2013’den 31 mayıs 2014’e kısaca yaşananlar bunlardı. Bu detay uzatılabilir. Kısaca insanlarımız bizimkiler/ötekiler diye ayrıştırıldı. Bu ayrıştırma her alanda devam ediyor. Yeni bir cumhurbaşkanlığı seçim süreçine gireceğiz. Bizimkiler/ötekiler ayrıştırması devam edecek gibi görünüyor. Bu ayrıştırmadan geçici seçim başarıları kazanabilirler ama kaybeden, ülkemiz Türkiye olur. Bunu aklımızdan çıkarmayalım.