YURTTA SULH
Prof. Dr. Dursun Kırbaş

YURTTA SULH

Bir önceki yazımızda Mustafa Kemal’in “yurtta sulh, cihanda sulh” sözü üzerinden “cihanda” sulhun anlamı üzerinde durmuştuk.

 

 

Dr. Dursun Kırbaş

          Bir önceki yazımızda Mustafa Kemal’in “yurtta sulh, cihanda sulh” sözü üzerinden “cihanda” sulhun anlamı üzerinde durmuştuk. “Komşularla ”sıfır sorun” politikası üzerinde durarak, komşuda “muhalefet” dizayn etmenin doğru olmadığını söylemiş, bir başka komşunu tehdit edecek füze kalkanı vs. gibi işlere emperyal güçler istediği için girmeyeceksin demiştik. Eğer senin dış politikanı emperyal güçler belirleyecekse, başının beladan kurtulamayacağını belirtmiştik. “Etme komşuna gelir başına” ya da “getirirler başına” anlamına gelen sözler etmiştik. “yurtta sulh” un, yani “iç barış” ın ise ayrı bir yazı konusu olması gerektiğini söyleyerek bir önceki yazımızı bitirmiştik. 

          Bu yazımızda “iç barış” üzerinde duracağız. “iç barış” konusunda “Cumhuriyet Hükümetleri” nin sicili hiç temiz değil. Çünkü “İç barış” ın başlangıç noktası demokratik bir anayasadır. Yani “toplumsal mutabakat” dediğimiz anayasalarınız özürlü ise “iç barış”ı kuramazsınız. Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler hangi “mutabakat” üzerinde anlaşacaklar, Misak-ı Milli sınırları içerisinde yaşayan millet yada milliyetler hangi statüde yaşayacaklar? Hepsi kendini bu ülkenin “asli unsuru” mu görecek, yoksa “şamar oğlanı” mı? Herkes “Ne mutlu Türküm diyene” ile başlayıp, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” diye mi ant içecek?

          Herkes Sünni olacak, Diyanet İşleri Başkanlığını mı kabul edecek, yoksa Sünnisi, Alevisi, Yahudisi, Katoliği, Protestanı, Ortodoksu, Yehova şahidi, Ateisti eşit, özgür birey olarak, birbirlerine saygı göstererek mi yaşayacak? 

          Sünniliği egemen unsur olarak görüp, herşeyi onun üzerinden tarif ederseniz, Kahramanmaraş, Çorum olaylarını önleyemezsiniz. Yeri gelmişken “Alevilik ayrı bir din midir?” tartışmasına değinelim. “Alevilik” İslamın içindedir. Ayrı bir din değildir. Ama İslamı Sünnilik ile eş değer görürseniz Alevilik yolunda olanlar da kendilerini Sünni’den ayırmak için ayrı bir din yorumu yaparlar. İşin aslını biz “İstanbul gerçeği” sütunlarında yazmıştık. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra yürütülen iktidar kavgasında, halifelik sırası Hz. Ali’ye geldiğinde, Şam Valisi Muaviye ve oğlu Yezid iktidar olmak istemiş, bu nedenle bu kavga kopmuş, kavgayı kaybeden Hz. Ali taraftarları İslamı kendi görüşlerine göre yorumlayıp, İslamı biz temsil ediyoruz demişlerdir. Muaviye ve Yezid taraftarlarının ise İslamı farklı bir yorumla kendilerinin temsil ettiğini ileri sürmeleri ile bu ayrılık derinleşmiştir. 

          Evet Alevilik İslam’ın içindedir ama yorumu farklıdır. Sünnilik de İslam’ın içindedir ve yorumu farklıdır. 

          Nasıl ki Katolik, Ortodoks, Protestan kiliseleri Hristiyanlık içindedir, hepsinin “Hristiyanlık” yorumu farklıdır, Alevilik ve Sünnilik de İslamın içindedir ve yorumları farklıdır. 

          Bu parantezi kapatarak asıl konuya dönersek, eğer “yurtta barışı” istiyorsak bu farklı unsurların (millet, milliyet ya da din, mezhep yönünden) bir arada yaşama koşullarını bir “mutabakat”a bağlamak zorundayız. Bugüne kadarki anayasalarda bütün düzenlemeler Türk ve Sünni ekseninde olmuştur. Öteki milletler dinler, mezhepler ötekileştirilmiş, devlet eliyle zor kullanılarak bastırılmıştır.

          Siyasal yapılar, siyasal muhalefet de devlet eliyle tasfiye edilmiştir. Örneğin 1922’de kurulan TKP , faşist Mussolini’den alınan TCK’nın 141. ve 142. maddeleri ile bertaraf edilmiştir. Hem de nasıl işkenceler uygulanmış, yargısız infazlar yapılmıştır. Eski TKP’lilerin anı kitaplarını okuyunca insan olduğumuzdan utanmamak mümkün değil. Ünlü yazar Sabahattin Ali’nin ölümü, devlet arşivlerinde aydınlanmayı bekliyor. Gelelim 70’li yıllara… Bir avuç devrimci öğrenciyi yok etmek için nasıl orantısız güç kullanıldığı hepimizin belleğindedir. 70-80’li yıllar devletin bu uygulamalarının şaha kalktığı yıllardı. Bu örnekleri çoğaltarak günümüze kadar gelebiliriz. Devlet eliyle uygulanan kanunsuz, nizamsız şiddet hayatımızın esas unsuru olmuştur. 

          Hatta bu şiddet öyle içselleşmiştir ki, aile birimlerindeki küçük iktidarlar kanalıyla uygulanmaya devam etmiştir. 

          İçinde yaşadığımız günümüzde, basında tek tük iktidar aleyhine yazı çıkarsa, en yetkili kişi, o yazarı sustur diye patrona bağırmakta, hatta tehdit etmektedir. Halen Silivri cezaevinde kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu belli değil. Bu eleştirileri yapanların tümünü “Ergenekoncu” diye ötekileştirmek, muhalefet üzerine şiddet uygulamanın bir başka biçimidir. Gördüğümüz gibi “yurtta sulh” güme gitmiştir. Gerçekten “yurtta sulh” istiyorsan, demokratik bir anayasa ile “mutabakat” sağlayarak işe başlayacaksın. İçeride barış olmadan, dışarıda barış olmaz. Dış barışı da, kendi ülkende demokratik bir anayasa zemini oluşturmadan, demokratik bir siyaset yapmadan sağlamak mümkün değildir.